Kayıtlar

ASYA

Yeşilçam deyince de sensin be Türkan Şoray! Çiçeği burnunda, gençliğinin baharında henüz filmlerin sinemalarda ilk defa boy gösteriyor iken yaşıyor olsaydım bile sana nostaljik güzel derdim.  Hem de ne güzel  Çok güzel . Favori Yeşilçam aktristim olmanın yanında favori Yeşilçam filmimin de başrolü olmanı kutlarım seni daha fazla sevemezdim çünkü.  Evet bildiniz Selvi Boylum Al Yazmalım’dan bahsediyorum.  Filmi tam olarak anlayıp, idrak ederek izlediğim yıllardan beri yani takriben lise zamanlarımdan bu yana kendime o malum soruyu sorarım. “İlyas mı Cemşit mi?” Hiç düşünüp bahaneler uydurmaya fırsat vermeden cevaplarım. Kendimi kandırmaya müsade etmeden. Bu zamana kadar Asya’nın olgunluğuna erişebilmişliğim henüz olmadı. Ne bileyim be Asya sahi nasıl başardın bunu? Kalbinin ritmini değiştiren, ayaklarını yerden kesen, aşık olduğun fakat tüm bunlara rağmen seni terk edip giden adamdan vazgeçip sana emek veren, gerçekten değer veren, sevgi nasıl olurmuş öğreten öteki adamı nasıl seçtin? Ş

SOKAK LAMBASI

     Lise yıllarının sonlarında tahmini on yedi on sekiz yaşlarındaydı. Üç katlı bir evin son katının kocaman salonun açıldığı balkondan gecenin bir vakti, sokağın tamamen ıssızlaştığı saatlerde, sokak lambasının aydınlattığı karşı kaldırımı izliyordu. Manzaranın fonunda harabe bir müstakil evin yıkılmaya yüz tutmuş kerpiçten bahçe duvarları vardı. Bulunduğu yerden bakıldığında tamamlanması gereken bir kart postalı andırıyordu manzara.  Sırtını duvara yaslamış, elinde sigarasıyla sokak lambasının ışığının hemen altında, kaldırımda bekleyen bir adam silueti eksikti resimde tam olarak. Belki bir hatasını telafi etmek, af dilemek için kararlılıkla bekleyen biriydi belki de gecenin bir vakti göresi gelmişti sevdiğini, içi özlemle dolmuş çıkagelmişti.  Yüzü o mesafeden tam olarak seçilmiyordu fakat omuzlarının dik duruşundan ne istediğini tam olarak bilen bir hali vardı.  Peki kimi bekliyordu bu adam? Elbette hemen karşı balkonda bulunan kendisini. Bu film daha sonraları şakır şakır yağmuru

GARD

   Aralarına kale duvarları örmüştü, kapılarını sıkı sıkıya kapatıp kilitlemişti ama nitekim o kapıları oraya koyan da kendisiydi. İsterse dümdüz duvarlar da örebilirdi. Kilitlilerdi fakat oradalardı.  Bir şeyin ihtimalini sıfıra indirmeye kıyamamak o şeyden aslında vazgeçmemekti.    Bu duvarların her biri kendini koruma iç güdüsüyle inşaa edilmiş birer gard idi.  Oluşturulmalarının yolu da ‘sevmiyormuş gibi’ yapmaktı.  En çok oraya bakmak istemek ama asla başını çevirip bakmamaktı.   Sevmek eyleminin kendisinden de, seviyormuş gibi yapmaktan da daha zordu. Taşmasına izin verilmeyen engelleri zorlayan barajlar dolusu suydu.  Neydi peki onu içinde tutmaya zorlayan? Gönlüne küsmekti belki. Karşısındaki kalbin sevgiden, kıymet vermekten ve merhametten bir haber olmasıydı.  O daha çok seviyormuş gibi yapmaların insanıydı. Kaçamak duygu ve eylemlerin profesyonel bir oyuncusuydu.  Tam da burada yapıca olumlu anlamca olumsuz cümlelerden bahsedelim biraz da; ‘ Seviyormuş gibi yapmak’ günümüz d

ETKİ

   Bir süredir insan üzerindeki en etkili hissin veya duygunun ne olabileceği hakkında kafa yorarken buluyorum kendimi.  İnsan şöyle bir düşününce çok güçlü bir duygu olması gerektiği nihayetine varıyor. Uğruna savaşlar çıksın, saltanatlar yıkılsın, romanlar yazılsın, şiirler okunurken gözler yaşlarla dolup taşsın..  Bu duygunun ünüyle insanlık tarihine kazınan isimler bekliyor. Duvarlardaki güçlü portrelerin gözlerinde görmek istiyor belki de o duyguyu.  İlk akla geliveren de aşk oluyor nedense. Biraz düşününce intikam, korku, inanç, hırs yada ihtiras...  Belki de bu kadar trajediye gerek yoktur. Sonra diyorum sevgi olabilir mi? Ne de olsa bir şeyi iyisiyle kötüsüyle, şartsız ve beklentisiz kabul etme, benimseme sanatıdır sevgi. Bu kadar anaç bir duygu en güçlüsü olamaz mı diyorum. Sonrasında aradığımın yeri geldiğinde vazgeçebilmeyi de göze alan bir duygu olmadığı kanaatine varıyorum. Yine rotamı değiştiriyorum.  Öyle bir duygu düşünün ki olumlu hali de olumsuz hali de büsbütün enkaz